
Allahu Tealanin, Rahmetinin izleri
Bir pazar günü, arkadaşlarla haftanın yorgunluğunu üzerimizden atmak
için piknik yapmaya karar vermiştik. Sabah yola çıktık ve piknik
yapacağımız yeşil alana vardık. Yiyecek ve içeceklerimizi yere
serdiğimiz örtünün üzerine koyduk… Sabah bakkaldan aldığımız “pastörize
süt” paketinden oğluma bir bardak süt doldurdum.
Göl kenarındaki çayırda, az ileride inekler otluyordu. İnekleri görünce,
aklıma oğluma içtiği sütün kaynağını tanıtmak geldi. Ona az ilerideki
inekleri gösterip, içtiği sütün kaynağını bilip bilmediğini sordum.
Oğlum, inekle süt arasındaki münasebeti bilmediğinden duruma oldukça
şaşırmıştı. Bizim çocukluğumuzda sıradan bilgi olan sütün ineklerden
sağılması hâdisesi, bugün büyükşehirlerin apartmanlarında doğup büyüyen
çocuklar için –eğer bir belgeselde izlemedilerse- sıradışı bir şeydi.
Oğlum süt bardağını bir tarafa bırakıp merakla ineklere bakmaya başladı.
Oğlumun ve etrafımızdakilerin meraklı bakışları, tefekküre açık
olduklarını ortaya koyuyordu. Bunu fırsat bilip konuşmama devam ettim:
Ne güzel bir görüntü bu değil mi? Hayvanlar sabahın erken saatlerinde
otlaklara getiriliyor, akşama kadar karınlarını doyurmaları bekleniyor,
sonra da süt hazneleri dolu dolu ahıra götürülüyor. Onlar, buna bizim
için âmâde kılınmışlar. Canlılar hayatlarını devam ettirebilmek için
beslenmeye ihtiyaç duyar. Yeni doğan yavru, tek başına beslenmekten aciz
olduğu gibi, anne sütü dışındaki yiyecekleri sindirme kabiliyetine de
henüz sahip kılınmamıştır. Canlının doğumuyla birlikte başlayan bu
ihtiyaç, ilmi ve merhameti sonsuz Yüce Yaratıcı’nın (celle celâluhu)
Rezzak isminin tecellisi olarak, annenin memelerinde oluşturulan süt ile
karşılanır. Sanki ısmarlanmış bir şekilde buzağının tüketimine sunulan
sütle alâkalı, zaman ihtiyarladıkça gençleşen Kur’ân’da mealen şöyle
buyrulur: “Şüphesiz sizin için hayvanlarda da alınacak ibret vardır.
Zîrâ size, onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (gelen) ve
içenlerin boğazından kolayca geçen halis bir süt içiriyoruz.” (Nahl,
16/66). Allah (celle celâluhu) yarattığı baş döndürücü sistemler
sayesinde temiz ve sağlıklı bir gıdayı, hem hayatın erken safhalarında
yavrulara, hem de insanların istifadesine sunmaktadır. İnsan ve
hayvanlarda süt verme şeklinde cereyan eden hâdiseler gerçekten
enteresandır.
Dinleyenlerden birisi, sütte buzağı ve insanın ihtiyaç duyduğu gıda maddelerinin tamamının mevcut olup olmadığını sordu.
Sütün muhteviyatında, mu’cizevî şekilde ihtiyaç duyulan bütün gıda
unsurları mevcuttur. Gelişen yavrunun kemik ve kaslarının ihtiyacı olan
kalsiyum gibi mineraller sütün içinde dengeli ve uygun biçimde bulunur.
Sütün sentezlenmesi ile vazifelendirilen memeye, hayvanın otlardan
aldığı gıda maddeleri yoğun bir şekilde taşınmaktadır. Bir mühendislik
harikası olan memelerin histolojik ve anatomik yapısı hem süt üretecek,
hem de yavrunun ağzına sunulacak şekilde yaratılmıştır. Sütün imâli,
tesadüfî olarak bir araya gelmesi mümkün olmayan önemli ve kompleks
biyolojik ve kimyevî hâdiselerden sonra gerçekleşmektedir.
Bütün geviş getiren hayvanlarda olduğu gibi, ineğin midesi de dört
bölümden müteşekkildir. Ot ve saman tükrük yardımı ile ıslatılıp,
dişlerle iyice ezilip öğütüldükten sonra, işkembe olarak adlandırılan ve
içerisine 100–150 litre su alabilecek kapasiteye sahip bölüme ulaşır.
Burada değişik mikroorganizmalar bulunmaktadır. Bunlar, inek için
gerekli olan enerji ihtiyacının neredeyse yarısını, buraya gelen otları
parçalayarak açığa çıkarmaktadır. Akılsız ve iradesiz
mikroorganizmaların üretmeye vesile kılındığı besin maddeleri, süt
sentezinde kullanılmaktadır. Beslenme için gerekli besin maddeleri,
sindirim sistemindeki kimyevî dönüşmeler neticesinde oluşturulduktan
sonra, bağırsak duvarından dolaşım sistemine sevk edilerek karaciğere
gelir. Burada yeniden terkipleri ayarlanarak bütün doku ve hücrelere
dağıtılır.
Meme dokusu, diğer vücut dokuları gibi, kan yoluyla kendisine getirilen
besin maddelerini kullanır. Meme guddesinde salgı yapacak şekilde
yaratılmış hücrelerin sütü meydana getirilebilmesi için, etrafını saran
kan damarlarından besine ihtiyacı vardır. Aminoasitler, glikoz, yağ
asitleri, su, iyonlar, vitaminler ve immunglobulinler sütün terkibine
iştirak eden mühim unsurlardır. Ancak bu maddelerin mevcut hâlleri,
yavruların sindirmesine uygun olmadığı için, bazı değişikliklere
uğratılmaları gerekir. Glikoz, süt şekeri denen laktoza ve özel süt
yağlarına; aminoasitler başta kazein olmak üzere değişik proteinlere
dönüştürülür. Sütün meme hücrelerinde yapılması için bu hücrelerdeki
mitokondri, ribozom, endoplazmik retikulum ve golgi gibi bütün mikro
fabrikalar (organeller) işbirliği içinde çalıştırılır. Her safhası
mükemmel bir plân dâhilinde gerçekleşen sütün sentezine, anneler karar
vermez. Onlar sütün terkibinde de bir vesile olmaktan öteye
geçememektedirler. Her canlının ihtiyacını bilen Yüce Allah (celle
celâluhu), anne sütünü her türün yavrusunun ihtiyacına göre hususi
terkiplerle ideal bir şekilde yaratmaktadır.
Fabrikatör Selami Bey, sorusuyla meselenin biraz daha açılmasını
sağladı: “Bir litre süt sentezi için, bir ineğin memesinden ne kadar kan
geçmesi gerekiyor?”
“400 litre kan geçmesi gerekiyor.” dedikten sonra konuya devam ettim…
Sütün sentezlenmesi için seferber kılınan bütün gerekli unsurlar
hedeflerini şaşırmadan yavrunun hizmetine sunulur. Bunun için birinci
unsur, kandır. Süt meme guddesinde sentezleneceğinden, ihtiyaç duyulan
besin maddeleri, süratli bir şekilde memelere ulaştırılmalıdır. Süt
üretimi (laktasyon) ineklerde yaklaşık 305 gün boyunca devam etmektedir.
Süt miktarı ineğin genetik yapısına, büyüklüğüne, verim dönemine ve
beslenmesine bağlı olarak değişmektedir. Üretilen sütün azlığı veya
çokluğu memedeki damarlardan geçen kan miktarı ile doğrudan alâkalıdır.
Bir litre süt sentezi için inek memesinden takriben 400 litre kanın
geçmesi gerekmektedir. Memedeki damarlar ne kadar çok kıvrımlı ve kalın
olursa, kan o kadar fazla geçer, o kadar çok süt yapılır. Memenin sıcak
olmasının esas sebebi de memede bir hayli hızlı olan kan dolaşımıdır.
Esprili bir insan olan Hüseyin Bey söze girerek insanları güldürdü: “Bu
hormonlar sütün üretilme ve yavruya yetiştirilme vaktinin geldiğini
nasıl biliyor?”
Bu soruya cevap vermek için, hormonları biraz açmak gerekti. Hormonlar;
meme bezlerinin ve kanallarının gelişiminde, sütün sentez ve
salıverilmesinde vazifeli özel maddelerdir. Süt bezleri ve kanallarının
geliştirilmesinde rol alan hormonlar (östrojen ve progesteron) olduğu
gibi, sütün sentezlenmesini ve süt kanallarından dışarı çıkmasına vesile
olan hormonlar da bulunmaktadır. Hamileliğin sonuna kadar, süt
bezlerinin gelişmesine vesile olan ve süt akımının frenlenmesinde rol
oynayan progesteron hormonudur. Bu faaliyet, bu hormonun, hipofiz
seviyesinde prolaktinin salgılanmasını engellemesiyle ve meme guddesi
üzerindeki tesirleriyle gerçekleştirir. Doğumla birlikte yavru zarları
(amnion ve chorion) atılacağı için progesteron ve östrojen hormonlarının
kandaki seviyesi düşer ve adenohipofizden salgılatılan prolaktin
devreye sokularak süt yapımı başlatılır. Üretilen sütün, kanallardan
geçerek dışarı atılması da oksitosin hormonu ile sağlanır. Acaba “süt
üretme” süreci prolaktin hormonuna hangi akıl ve şuurla verilmektedir!
Aynen bunun gibi oksitosin hormonu da, sütün yavruya teslim zamanının
geldiğini nasıl bilmektedir? Rabbimiz, sütün sentezlenme sürecini ve bu
hâdisede vazifelendirilen hormonların işleyişini mükemmel bir tarzda
tanzim etmiştir. Hormonlar arasındaki bu mükemmel haberleşme ve
koordinasyon sayesinde, anne sütü gibi çok kıymetli bir gıda, yavrunun
tam ihtiyaç duyduğu ânda hazır edilmektedir.
Bu esnada Turgut Bey, bazı hanımların sütünün azalmasında, emmenin rolünün olup olmadığını sordu.
Emme refleksi, süt sentezini artırır. Emme refleksi, sütün
salgılatılmasında ve salıverilmesinde tesirli olan önemli bir hâdisedir.
Emmenin –veya sağma faaliyetinin- terk edilmesi, süt üretiminde
azalmaya sebep olur. Fazla boşaltma ise, üretimde % 15–20 nispetinde
artmaya vesile olur. Emme refleksi, sinir yoluyla beyindeki hipotalamus
ve hipofizin uyarılmasına tesir eder. Salgılatılan oksitosin hormonu,
kan yoluyla birkaç saniye içinde memeye ulaşarak alveolleri çevreleyen
kasların kasılmasına sebep olur. Böylece sütün memeden inmesi sağlanır.
Netice itibariyle “rahmet çeşmeleri” diyebileceğimiz bu meme
tulumbacıkları, her şeyden aciz yavrunun imdadına koşmuş olur. Emzirme,
aynı zamanda ikinci bir gebeliğe de engel teşkil eder. Burada, yavrunun
gelişmesine zaman bırakılmış olur. Aksi olsaydı, yukarıda sayılan
hormonların hususiyetlerinden dolayı süt derhal kesilir, anne hamile
kalır ve yavru da gereği gibi beslenemezdi.
Bütün bunları merakla dinleyen oğlum son soruyu sordu: “Baba, o zaman biz buzağıların hakkını gaspetmiş olmuyor muyuz?”
Bu kadar kompleks hâdiseler neticesinde sentezlenen süt hem yeni doğan
buzağılar, hem de insanlar için önemli bir gıdadır. Bu derece önemli bir
gıdanın insanlar tarafından kullanılması ile acaba hayvanın hakkı gasp
edilmiş oluyor mu?
Buzağılara 3–4 haftadan sonra temiz ve ılık su verilmelidir. Bununla
birlikte yavaş yavaş başlangıç yemine alışması sağlanmalıdır. Buzağıya
günlük yem tüketimi 500 gr. oluncaya kadar mutlaka süt içirilmelidir.
Sütten zamansız kesilen buzağılar, süt yanıklığı göstererek akranlarına
göre daha cılız kalır ve verim düşüklüğüne sebep olur. Bu dört haftalık
dönem dışında ve buzağının ihtiyacının karşılanmasından sonra, ineğin
sütünün insanlar tarafından alınması, buzağının hakkının gasp edilmesi
demek değildir.
Oğlum ve diğer dinleyicilerin hayranlık ve memnuniyet ifade eden
sözleriyle sütün sentez serüveninin anlatımı tamamlandığında, insanların
yüzünde “şükür” ifadesi görülebiliyordu.