
Ruh hakkında bilinenler
Ruh; insana hayat veren ve onu düşünen, anlayan, idrak eden bir kişi
haline sokan maddi olmayan, ölümsüz varlık. İnsanlık tarihinin belki de
ilk dönemlerine kadar uzanan ve insanları üzerinde düşündürmeye sevkeden
ruh.
Ruh hakkında ayet ve hadisler dışında ileri sürülen bütün görüşler
kabule ve redde açıktır. Çünkü mutlak bilgi anlamında bir
bağlayıcılıkları yoktur.
“Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size
ancak az bir bilgi verilmiştir.”(Isra Suresi 85) ayetindeki ruhtan,
insanı canlı kılan ruhun kastedilmediğini ve dolayısıyla, insanın ruhu
hakkında alimlerin konuşmalarının caiz olduğunu ileri sürenlerin, ruh
hakkında ortaya koymuş oldukları görüşler, hiçbir zaman ruhun
mahiyetinin gerçekliği hakkında ne tatmin edici olmuştur ve ne de aklın
ve hayalin ürünü olmaktan ileri gitmişlerdir. Çünkü bilgi verilmeyen
konu, tamamıyla gayb alemiyle ilgilidir ve gayba dair bilgileri de
Allah’tan başka kimsenin bilmesi söz konusu değildir.
Ruh çağırma ruhun varlığını kabul eden faskat hakkında sapık ve gerçek
dışı bir anlayışa sahip olan kimseler, ölmüş insanların ruhlarıyla
irtibat kurulabileceğini ve böylece, gayb aleminden bilgi
alınabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu kimseler düzenlemiş oldukları ruh
çağırma seanslarıyla insanları kandırmakta ve onların cehaletlerinden
istifade ederek menfaat elde etmektedirler. Ruh, Allah Teala’nın emrinde
ve denetiminde olan bir varlıktır. Onun insanlar tarafından çağrılıp
bazı istekler yerine getirmesinin mümkün olduğuna inanmanın hiç bir
dayanağı yoktur.
Peki İslamdan önce ve hala İslam dışındaki inanışlarla başlayalım ruh
hakkında bilinenlere, bilindi sanılanlara. Ruh Hakkında İslam Dışı
İnançlar
Eski Mısır ve Çinliler ikili ruh inancına sahiptiler.
Mısırlılar, ölümden sonra bir ruhun cesedin yanında kaldığına, diğerinin ise ölüler diyarına gittiğine inanırlardı.
Çinliler, insanın ölümüyle birlikte kaybolan bir ruhu yanınd ölümden
sonrada yaşayan ve kendisine tapınılması gereken üstün bir ruhun (Hun)
varlığına inanmaktaydılar.
Yunan felsefesinde ruh kavramının içerdiği anlam, dönmelere ve felsefi
akımlara göre değişmiştir. Epikuruscular ruhun beden gibi atomlardan
meydana geldiğini ileri sürerlerken, Platoncular ise, ruhu ilahlarla soy
birliğine sahip, madde ve cisimden soyut bir tözsel ilke olarak kabul
ediyorlardı.
Hristiyanlıktaki ruh anlayışı, antik batının putperest etkisiyle vahiy
gerçeğinden farklı bir platforma oturtulmuştur. Mesela, Allah bir ruh
olarak telakki edilir ve Ruhul Kudüs (Cebrail), teslis inacının bir
unsuru olarak Allah’a şirk koşulur. Öte taraftan, insanlara ait ruhlar
konusunda da bir takım gerçek dışı ve mesnetsiz iddialar ortaya
atılmıştır. Misal olarak vermek gerekirse, İncil’de “Ruh, rüzgar gibi,
istediği yere eser. Rab ile birleşen onunla bir ruh olur” (P.Janet
G.Seallies, 148 )
Bazı dinlerde, ölümsüz olan ruhların bir beden den başka bir bedene
geçtiğine inanılmaktadır. Ruh göçü (Reenkarnasyon) denilen bu inanışa
göre, ölen bir kimsenin ruhu tekrar bir bedenle dünyaya döner ve bu
sonsuza dek böyle sürer. Hint inançlarında yer etmiş bu düşünce Mısurda
da yaygındı. Anmtik Yunan filozoflarından Pyhtagoras, ruj göçüne
inanmakta, Platon ise bilginin önceki yaşamdan kalan bir birikim olduğu
iddiasını desteklemek için ruh göçünü delil olarak ileri sürmekteydi.
Mutlu olmak istiyorsak, hayatın cisimde değil, ruhta olduğuna inamalıyız. (Tolstoy)
Bizi şartlardan çok, ruh yapımız mutlu kılar. (Voltaire)
Ruhu öldürmek, cismi öldürmekten daha büyük bir cinayettir. (Gerhart Hauptmann)
İnsan ruha bakmalı, güzel bir vücutta güzel bir ruh olmazsa neye yarar. (Euripidies)
Gören, duyan yalnız ruhtur, geri kalan herşey sessiz ve sağırdır. (Epicharm)
Ruhun da vücut gibi ihtiyaçları vardır. (Rousseau)
Basit bir ruh mutluluklarla övünür, felaketlerle de yere serilir. (Epicure)
Kur’an-ı Kerim’de Ruh
Allah Teala, Hz.Adem’le başlayıp Hz.Muhammed (s.a.s) ile son bulan vahiy
süreci içersinde insan oğluna bir çok gaybi meselede bilgilendirmiştir.
Madde dışı aleme dair bilgilerden sağlıklı ve güvenilir olanı sadece
Allah’ın peygamberleri aracılığıyla insanlara ulaştırmış olduğu
bilgilerdir.
Kur’an-ı Kerim’de ruh kelimesi değişik bir kaç anlamda kullanılmıştır.
1)Allah Teala, Hz.adem (a.s.)’ın cesedini topraktan şekillendirdikten
sonra ona kendi ruhundan üflemiş ve böylece Adem (a.s.) hayat
kazanmıştır. Yine insanı ana rahminde yarattıktan sonra, ona kendi
ruhundan üflemiş ve onu ruh sahibi bir insan haline getirmiştir.
O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı
çamurdan yaratmıştır. Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun
özünden üretmiştir. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi
ruhundan üflemiştir… (Secde Suresi 7-9)
Hani Rabbin meleklere demişti ki: “Ben çamurdan bir insan
yaratmaktayım.” “Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi
derhal ona secdeye kapanın.” (Sad Suresi 71-72)
2) Ruh kelimesi Cebrail (a.s.)’ın karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu
anlamda “Ruhul-Kudüs” ve “Ruhul-Emin” terkipleri ile geçmektedir.
Andolsun biz Musa’ya Kitab’ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler
gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da mucizeler verdik. Ve onu, Rûhu’l-Kudüs
(Cebrail) ile destekledik. …..(Bakara Suresi 87)
Muhakkak ki o (Kur’an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (Resûlüm!) Onu
Rûhu’l-Emîn (Cebrail) indirdi..Senin kalbine; uyarıcılardan olman için.
(Şura Suresi 192-194)
3) Ruh kelimesi ile Allah Teala’nın vahyi yani ayetleri kastedilir.
Allah meleklerini, vahyi (ruh) ile kullarından dilediğine göndererek…(Nahl Suresi 2)
Ruh Hakkında İslam Alemindeki İnanışlar
Değişik tuhaf yaratılışlı bir melek.
Cesede hayat veren şey. (Fahreddin er-Razi, Tefsirül-Kebir)
İnsanı canlı kılan bu ruhun mahiyeti, insandan bedeninde gördüğü
fonksiyonu, cisimle birleşmesinin şekli ve bağlantısı Allah’tan başka
hiç bir kimse tarafından bilinemez. (Kurtubi)
Ruh, yüce, nurani ve hayat sahibi bir varlıktır. Ancak, duyu
organlarıyla hissedilebilecek cisimler gibi değildir. Bir anlamda, suyun
gül içinde dolaşması gibidir. Bedende dolaştığı müddetçe ona bağlı
olarak tüm organlara hayat verir. (Alusi ve Ibn Kayyım el-Cezviyye)
Allah Teala, kıyamet gününe kadar Adem (a.s.) dan olacaklarının tamamını
huzurunda toplamış, önce onları ruh haline getirmiş, sonra onlara şekil
vermiş ve de onları kendi nefisleri üzerine şahit tutarak “Ben sizin
Rabbiniz değilmiyim?” diye sormuştu. (Ibni Kesir, Hadislerle Kur’an-ı
Kerim Tefsiri)
Ruh, anlayan, idrak eden ve kelama muhatap olup cevap verebilen kişilik kazanmış yapıdadır.
İlim erbabı, ruhların bedenlerden önce olduğu ve Allah’ın onları
konuşturup şahit kıldığı hususunda ittifak etmişlerdir. (Ebu Hureyre
r.a.)
Ölüm meleği tarafından ruh kabzolunur, bedendenden geri alınır, kıyamet
gününe kadar geçici olarak kalacağı alemde “Berzah Alemi” alıkonulur.
Dünya ile ahiret arasında bir geçiş olan Berzah Alami’nin mahiyetini
ancak Allah Teala bilmektedir. Ancak, Berzah Aleminde ceza veya mükafat
ruhlar üzerinde etkili olur. Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe
veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur. (Tirmizi)
Ruhlar beka (süreklilik) için yaratılmışlardır. Ölen, insanın cesedidir.
Ruh, bedenden ayrıldıktan sonra, kıyamet günüde tekrar bedenine
dönünceye kadar, Allah’ın nimet ve azabına muhatap olacaktır.
Ruhun, bedene girmeden önce belirli bir şekle sahip olup omadığı ve durumu hakkında insanoğlunun hiç bir bilgisi yoktur.
Ruh, bedenle birlikte gelişir, olgunlaşır ve kişilik kazanır. Zaman
bedeni yıpratır, fakat ruh zamanın yıpratıcılığından etkilenmez. Kişinin
iyi işleri, ibadetleri ruhu güzelleştirir, kuvvetlendirir ve
olgunlaştırır. Kötü ameller ise aksi tesir yapar.
Ruh insan şeklindedir. (Ibn Kayyim, Kitabu’r-Ruh)
İyi amelle beslenmiş ruh, dünyadaki şeklinden daha mükemmel, daha parlak
dah nurlu olmakta, ibadeti vücuduna ruh olarak yansımaktadır.
Ruhlar bedenlerden daha net birbirinden ayrılırlar. Bedenlerin birbirine
benzemesi, ruhların birbirine benzemesinden daha fazladır. Yüce ruhlar,
melekler bir beden içinde bulunmadan birbirinden ayırtedildiğine,
cinler de yine birbirinden farklı olduğuna göre; bir beden içinde
gelişen insan ruhlarıda elbette birbirinden farklıdır ve ayırtedici
özelliklerini korurlar. (Ibn Kayyım el-Cezviyye)
Ruh, kabirde cesede girecektir. Yalnız bu bedene hayat verme şeklinde
değildir. Kabirde ruhun cesetle irtibatı, uykuda bedenle irtibatı
gibidir. (El-Cevahir fi Tefsiril kuran)
Hadis-i Şeriflerde Ruh
Ruhlar toplu cemaatlerdir. Onlardan birbiriyle tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılır. (Buhari)
Şüphesiz sizden birinizin teşekkülatı annesinin karnında kırk günde
toplanır. Sonra orada o kadar bir müddetde pıhtı olur. Sonra o kadar
müddetde orada bir parça et haline gelir. Sonra, Allak ona bir melek
gönderir. Meleke, “Amelini, ecelini, rızkını, şaki veya said olacağını
yazması şeklinde dört kelime emrolunur. Sonra da ona ruh üflenir…
(Buhari)
Allah Teala, Adem’i yarattığında sırtını sıvazlamış ve kıyamet gününe
kadar Allah Teala’nın onun onun zürriyetinden yaratacağı her insan onun
sırtından düşmüştür.(Ibni Kesir, a.g.e.)
Ölenin gözü, alınan ruhunun ardından bakakalır. Melek kabzolunan ruhun
elinden tutar, bu sırada yeryüzünde benzeri görülmemiş bir koku meydana
gelir.
Müminin ruhu çıktığı vakit, onu iki melek karşılar, yukarıya çıkarırlar.
Sema ehli, “Güzel bir ruh yer tarafından geldi. Allah sana ve
yaşattığın cesede salat eylesin” derler. Peşinden onu Rabbine
götürürler.
Gerçekten ölü kabrine konulduğu vakit, kendisini getirenlerin oradan
ayrılırken ayakkabılarının seslerini pekala işitir. (Muslim)
Ruh Çağırma
Zamanımızda, bazı kimseler arasında, ruh çağırma ve ruhlarla temas kurma
özentisi mevcuttur. Derinliğine İslami bilgisi bulunmayan hayal
sahiplerinin saplanıp kaldığı bir özentidir. Bu moda bize Batı’dan
gelmiştir. Ruh Nasıl Çağrılır?
Kimi bir masanın etrafına toplanıyor, alfabe harfleri yazılmış bir
kağıdı masa camının altına yerleştirip camın üzerine bir fincan koyuyor,
fincanın üzerinede parmaklarını temas ettiriyor. Buna da Kur’an-ı
Kerimi alet ediliyor bazı sürelerde okunuyor ve böylece sözüm ona ruh
çağrılmış olunuyor. Kimi de medyum aracılığıyla kah babasının kah
dedesinin ruhunu çağırıp, geçmişten gelecekten sorular sorulup, sözüm
ona keyifli epeyide heycanlı dakikalar geçirmkteymişler. Kim zaman bir
şair kimi zaman da sözüm ona bir velinin ruhu çağırılır bu seanslarda.
Evet, çağın bir çok manevi hastalığından biride ruh çağırmadır. Çağrıya
uyanın ruh olduğu sanılmakta, şeytan olduğunun hiç farkına
varılmamaktadır. Bir kimsenin rüyada ihtilamına sebep olan hayal,
hakikatte şeytanın ta kendisidir.
Nârı Nur sanma ateş yakar
Cini cân sanma şeytan çarpar
Ruh Çağırmanın Aslı Nedir?
İşin esası şudur: İblis, yeni dünyaya gelen insanoğlunu saptırmak için
emrindeki şeytanlardan birini tayin eder. Bu habis ruh o kişiden ölene
kadar ayrılmaz, her durumda onu zarara sokmak ister. Cenab-ı Hak da o
kulunu, şeytanların zararından korumak için koruyucu melekler tahsis
eder. Ölüm vaki olunca melekler âlam-i melekût’a, rûh Berzah âlemine
döner. Şeytan ise burada kalır.
Berzah alemine göçeden ruh, bir kâfirin ruhu ise müebbed hapse
mahkumdur. Berzah Cehennemindedir. Müminlerin avamının ruhları ise,
muayyen gün ve zamanlarda, izne bağlı olarak çıkabilmektedirler.
Peygamberlerin ve velilerin ruhları ise, serbesttirler, fakat onları
getirmek medyumun haddi değildir.
Medyumun, bir gayri muslimin ruhunu getirebilmesi aklen ve naklen çok
uzaktır. Berzah aleminden dışarı çıkması izne bağlı bulunan müminlerin
ruhunu getirmesi ise zayıf bir ihtimaldir, bir peygamberin ve bir
velinin ruhunun getirilmesi ise hayal ötesinde hayaldir.
Medyumun davetine bir velinin geldiğine ancak şeytanın ağına düşmüş olanlar inanabilir.
Medyumun Davetine Gelen Kim?
Medyum tarafından yapılan davet, hava dalgalarıyla şeytanın antenlerine
ulaşır. Çağrılan kimseye hayatta iken musallat olan şeytan hemen oraya
gelir. Ölen kimsenin kimsenin yaptığı iş ve konuşmalara ve hayatta olan
kimse ile olan münasebetlerine vakıf olduğu için sorulanlara gerekli ve
çok kere isabetli cevabı vermeye ve bu yoldan da oradakileri kendine
bağlamaya çalışır ve ağına düşürür. sıra zehirini sunmaya gelmiştir.
Şüphe uyandırmamak için o seansa iştirak eden yakınına namaz kılmasını
ve içki gibi haramlardan el çekmesini bile tembih eder. Kazın geleceği
yerden tavuğun esirgenmiyeceği gibi imanını çalacağı insanlara bu gibi
tavizler vermekten çekinmez. Onun hilesi çoktur. Yetersiz bilgisi olanı
kolaylıkla saptırabilir.
Unutulmamlıdır ki, bu olayları meydana getirenler cin ve şeytan alemine mensupturlar.
Hadis-i Şerif:
“Hiç bir kimse yoktur ki onun bir şeytanı olmasın”
Âyet-i Celile:
“Onun dünyadaki arkadaşı olan şeytan şöyle der: “Ey Rabbimiz, onu ben
azdırmadım, fakat kendisi uzak bir sapıklık içindeydi.” (Kaf Suresi 90)
Ruh çağırma iş ile uğraşanlar cin ve şeytanın maskarası olan insanlardır. Allah korusun.
Reenkarnasyon
Reenkarnasyon: Ölümden sonra ruhun, bir bedenden diğer bir bedene
geçmesini kabul eden sapık bir inanıştır. Arapça’da bu inanışa
“tenasuh, tecessum ve hulûl” denir. Türkçede “ruh göçü” olarak
adlandırılmaktadır. Bu insanlar kendileri’ne bir isim buldular.
“Ruhçuluk”.
Bu inanç, Hindistan’da Hinduizm’den doğmuş ve buradan tüm Dünya’ya
yayılmıştır. Bu inanç Hinduizm (Brahmanizm) ile birlikte, Budizm,
Taoizm, Caynizm, Maniheizm gibi Asya’nın eski dinlerinde de görülür.
Tenasüh’ün en eski yazılı kaynağı, Hinduizmin kutsal metinleri olan
Upanişad’lardır.
Tenasüh İnancında manevi mükafat veya ceza, yapılan kötülük veya
iyiliğin karşılığı olarak ruhun bir hayvan veya insan cesedine girerek
alçalması veya yükselmesidir. Bedenler ruhların kalıpları gibidir, ruh
kalıptan kalıba, bedenden bedene göç etmektedir. bu düşünceyi ortaya
atanların iddiası şudur: “Ruhlar ezelde yaratılmış ve tekamül etmeleri
için dünyaya bir bedene sokularak gönderilmiştir. Bu sebeple dünyaya
geldiği zaman yaşadığı 60-70 senelik ömür ona tekamül için yetmez
Öldükten sonra dünyaya tekrar tekrar gelip bedenlenmesi gerekir. İnsan
ruhu, cesedini terkettikten sonra, karada, havada veya denizde yaşayan
herhangi bir hayvanın bedenine girerek varlığını devam ettirip
gitmektedir. Hatta bazı ilkel milletler, insan ruhunun, önce madenlere,
sonra bitkilere, daha donra da insanlara geçerek devamlı devir şeklinde
tekrar tekrar gelip bedenlendiğine inanırlar. Hindulara göre, tenasuh
yalnızca insanlara has değildir. Tanrılar da ölür ve yeniden bir başka
kalıpta doğabilirler. Şu an insan veya hayvan gördüğünüz ruh belki daha
önce Tanrı olarak dünyaya gelmiş olabilir.
Bu inanışa göre,
Bu düşüncede olan insanlar, dünyayı bir imtihan dünyası olarak değil de
hep bir azar düyası ve bir tür hapishane olarak yorumlanmakta ve bir
musibet olarak görmektedirler. Yine bu düşünceye göre bütün musibet,
afet ve belalar ve nimetler, mutluluklar önceki hayatında yapmış olduğu
iyi ya da kötü işlerin neticesidir. Önceki hayatının mükafat veya
cezasının belli olması için, insanın tekrar, tekrar dünyaya gelerek
mükafat veya ceza çekmesi gerekir.
Hatta uzantısı Türkiye’de bulunan bu insanlar, bir fare gördüklerinde
başında oturup ağlarlar. Sorulunca şöyle derler: “Bu bir insan idi. Kim
bilir hangi günahı işledide bu hale geldi.” Fareyi veya başka bir
hayvanı bir insan olarak görürler, insanın ruhunun fareye girdiğine
inanırlar. Böyle bir düşünce ile farenin başında ağlarlar.
Mısır’da ilkel olarak görünen bu köhne görüş, Hind’de mistik bir şekil,
Yunan:’da felsefi bir elbiseye sokulmuştur. Eski Yunan’da, M.Ö. 6.asırda
ortaya çıkan Orfik Dininde görülür. Pythagoras ve Eflatun tarafından
benimsenir ve geliştirilir. İran da ise bu batıl inanca bir ahlak ve din
süsü verilmiştir. Bu görüş, Zerdüşt ve Mendikiler gibi dini guruplar
tarafından da benimsenmişir. Kelt ve İskandinav dinleri, Yahudiliğn bazı
batini mezheplerinde de görülmektedir.
İslam’dan sonra bu batıl felsefe, fikir dünyasından silinip gitmesine
rağmen zaman zaman tesirini göstermiştir. İran’da eskilerden gelen bu
batıl felsefe, Şiiliğin aşırı kolu olan “gulat-i şia” ya da girmiştir.
Mutezile, Karmati, batıni, Nusayriye ve durziler de tenasuha inanırlar.
Nusayriler, kendileri dışındakilerinin ruhlarının hayvan sesetlerine
gireceklerini. Ali’ye inanan gerçek Nusayrilerin ise yıldız haline
dönerek nurlar alemine döneceğine inanırlardı. Bazı sözde mutasavvıflar
ölen bir insanın ruhunun, ölmeden evvelki davranışalrına ve yaşayışına
bağlı olarak insan veya hayvan şeklinde tekrar dünyaya geldiklerini ve
ceza çektiklerini iddia ederler, ahirete inanmazlar.
Bütün semavi dinlere göre tenasuh inancı batıldır. Tenasuha inanmak
imanla ve özellikle ahiret inancı ile bağdaşmaz. Bir insan bu dünyada
yaptıklarından sorumludur. Sorumlulukta ruhun bedeninde payı vardır. Her
bir insan bedeninin bir ruhu ve her ruhunda bir bedeni vardır. Bu
inanca göre bir insan ruhunun yüzlerce bedeni olmuş olur. Ahirette her
insan bedeni ile dirileceğinden, ancak ruhun bulunacağı ceset dirilecek,
diğerleri ruhsuz olduklarından dirilemeyecektir. Diriltilse bir tek ruh
olacağından diğerleri ruhsuz olarak diriltilecektir. Ruhsuz beden ise
insan değildir. İnsan kendi ruhuyla insandır.
Kur’an-ı Kerim reenkarnasyon nazariyesini şöyle rededer:
“Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında, “Rabbim, der, lütfen
beni geri gönder. Ta ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi iş yapayım.” Hayır!
Onun söylediği bu söz laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden
dirilecekleri güne kadar bir berzah vardır.” (Muminun Suresi 99-100)
Tenasuh inancını İslam akaidi ile uzlaştırmak ve dini öğretiden
temellendirmek isteyenler görüşlerine delil olarak bazı ayetler ileri
sürerler. Bunlar içinde ilk bakışta tenasuh lehindeyorumlanmaya müsait
gibi görülen ayetler şunlardır.
“Sizi ölü iken dirilten Allah’ı nasıl inkar ediyorsunuz! Sonra sizi
öldürecek, sonra sizi diriltecek ve sonunda ona döndürüleceksiniz”
(Bakara Suresi 28 )
“İnkar edenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa
dirilttin. biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bu ateşten çıkmaya bir yol
varmıdır?” (Mümin Suresi 11)
Bunlardan birinci ayetteki ” Ölü idiniz, allah sizi diriltti” şeklindeki
başlangıç kısmı insanların ölü halde bulunan topraktan yaratıldığını
ifade etmektedir. İnsanın varlık sürecinde üç safha vardır. Yaratılış,
ölüm ve ahirette tekrar diriliş. Şu halde bu ayetin açık veya gizli bir
şekilde tenasuh inancı ile hiçbir ilgisi olmamakta, aksine
redetmektedir.
İkinci ayet ise, kafirlerin cehennemde Allah’a yakarışlarını tavsir
etmekte olup, onların birinci öldürme, dünya hayatını bitiren ilk ölüm;
ikinci öldürme kabirdeki birinci diriltmeyi takip eden ölüm; ikinci
diriltme de ölümden sonra kıyametteki dirilmedir. Şu halde dünya hayatı
dikkate alınmamıştır. Çünkü dünyada inkâr ettiklerini kabul ve itiraf
ile günahlarını itiraf ediyorlar. Dolayısıyla tenasuh ile bir irtibatı
yoktur.
Tenasuh inancı akli bakımdanda tutarsızlıklar görülmektedir.
Reenkarnasyon iddialarının makul olabilmesi için insanın, şu anda
yaşadığı ileri sürülen önceki hayatını mutlaka hatırlaması gerekirdi.
Halbuki hiç kimse daha önce bir bedende yaşadığını hatırlamamakta,
aksine insan, kendisinde onun diğer varlıklardan ayrı bir kişiliğe sahip
olduğunu gösteren bir benlik şuuru bulunduğunu hissetmektedir.
Tenasuh akidesi ahlaki nedensellik ihtiyacını tatmin etmekten ve insanın sorumluluğunu temellendirmekten de uzaktır.
İnsanın kalıtım yoluyla ebeveynden çocuklara intikal eden ruhi-bedeni özellikleri açıklanamamakta.
Dünyada sürekli olarak devam eden nüfus artışına makul bir izah getirilememekte.
Ölümle birlikte başka bir bedene intikal eden ruhun kendi karekterine
uygun bir bedeni nasıl seçtiği ve bu durum karşısında kalıtımın nasıl
açıklanacağı bilinmemektedir.
Tenasuh inancına göre evrendeki ruhlar belli sayıdadır. Bu durumda dünya
nüfusunun statik olması veya azalması gerekirdi. Halbuki realite bunun
aksini göstermektedir.
Bu batıl düşünceyi İslam alimleri redetmiş apaçık bir küfür olduğunu
beyan etmişlerdir. Özellikle Hindistan’da yaşamış olan İmam-ı Rabbani
şiddetli bir dille bu düşüncenin küfür olduğunu söylemiştir. İslamda bu
felsefeye inanmak batıldır. İnanan kâfir olur.
Günlük hayatta sıklıkla karşılaşılan tenasuh iddialarının çoğunun
magazin haberciliği üretimleri, geri kalanlarınında çağımızda bu
safsatayı yeniden sergilemek isteyen bazı art düşünceli simalar
olduğunu, Ahiret inancını zedelemek için batıl düşünceye sarıldıklarını
unutmayalım.
Kaynaklar
1) Şamil İslam Ansiklopedisi
2) Elmalı Tefsiri
3) Güzel Sözler, Bilal Eren
4) İlmihal, TDV, İslami Araştırmalar Merkezi
5) Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
6) Tenkidlerim, Tedkiklerim ve Makalelerim, Mehmet Emre